2 Ağustos 2009 Pazar

.

NETLEŞTİRMEK İÇİN RESMİN ÜSTÜNE TIKLAYINIZ











































































































































..

PEYGAMBERLERİN AYRINTILI SOY AĞAÇLARI

1- Adem (as).

2- Şit (as): Babası: Âdem Aleyhisselâm, Annesi de, Hz. Havvâ'dır.

3- İdris (as): İdris (as)'ın soyu, Yerd (yahud Yarid)b.Mehlâil b.Kay*narı (yahud Kaynen) b.Enuş, b.Şit, b.Âdem Aleyhisselâm.

4- Nuh (as): Nuh b.Lemek (veya Lemk), b.Mettu Şelah, b.Ahnuh (veya Uhnuh) (Yani İdris Aleyhisselâm), b.Yerd (veya Yarid), b.Mehlâil, b.Kayn (veya Kaynarı), b.Enuş, b.Şis, b.Âdem Aleyhisselâm.

5- Hud (as): Hûd (Âbir) b.Abdullâh, b.Rebah, b.Halud b.Âd, b.Avs, b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır.

6- Salih (as): Salih b.Ubeyd, b.Esif veya Asit, b.Kemaşic b.Ubeyd, b.Hadir b.Semud, b.Âbir b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisse!amdır.

7- İbrahim (as): İbrahim b.Târah (Âzer), b.Nahor, b.Sarug (Şarug) b.Rau (Ergu), b.Falığ, b.Âbir, b.Şalıh, b.Erfahşed, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır.

8- İsmail (as): İsmail Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın, Hz.Hâcer'den doğan ilk ve bü*yük oğludur.

9- İshak (as): İshak Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın ikinci oğlu olup Hz.Sâre'den doğ*muştur.

10- Lut (as): Lût b.Hâran, b.Târah, b.Nahor, b.Saruğ'dur. Lût Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın Yeğeni, yani kardeşi Haran'ın oğlu idi.

11- Yakub (as): Yâkub b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. Yâkub Aleyhisselâmın Annesi: Refaka'dır.

12- Yusuf (as): Yûsuf b. Yâkub, b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. Yûsuf Aleyhisselâmın annesi: Râhıl bint-i Leban'dır.

13- Eyyub (as): Eyyûb b. Mûs, b. Ra'vil, veya Razıh b. Ays b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. Eyyûb Aleyhisselâmın annesi Lut Aleyhisselâmın kızı idi.

14- Zülkifl (as): Bişr (Zülkifl) b.Eyyûb Aleyhisselâm'dır.

15- Şuayb (as): Şuayb b. Mîkâil, b. Yeşcür, b. Medyen, b. İbrahim Aleyhisselâmdır. Şuayb Aleyhisselâmın annesi: Lut Aleyhisselâmın kızı Mîkâil'dir. Şuayb Aleyşhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın Kayınpederi idi.

16- Musa (as): Mûsâ b.İmran, b.Yashür, b.Kahis, b.Lâvi, b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâm'dır. Mûsâ b.İmran Aleyhisselâmla Hârûn b.İmran Aleyhisselâm, Ana-Baba bir kardeş idiler. Harun Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmdan bir yaş büyüktü.

17 Harun (as): Musa (as)'ın kardeşidir.

18- Hızır (as): Rivayete göre: Hızır Aleyhisselamın soyu: Belya (veya İlya) b. Milkân, b.Falığ, b.Âbir, b.Salih, b.Erfahşed, b.Sâm b.Nuh Aleyhisselam olup babası, büyük bir kraldı. Kendisinin; Âdem Aleyhisselamın oğlu veya Ays b.İshak Aleyhisselamın oğullarından olduğu veya İbrahim Aleyhisselama iman ve Babil'den, Onunla birlikte hicret edenlerden birisinin, ya da Farslı bir babanın oğlu ol*duğu, kral Efridun ve İbrahim Aleyhisselam devrinde yaşadığı, büyük Zülkarneyn'e Kılavuzluk ettiği, İsrail oğulları krallarından İbn. Emus'un zamanında İsrail oğullarına peygamber olarak gönderildiği, halen, sağ olup her yıl, Hacc Mevsiminde İlyas Aleyhisselamla buluştukları da, rivayet edilir.

19- Yuşa (as): Yûşa' b. Nûn, b. Efrâim, b. Yûsuf, b. Yâkub, b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâm'dir.

20- Kâlib b. Yüfena (as): Kâlib b. Yüfena, b. Bariz (Fariz), b. Yehuza, b. Yâkub[3> b. İshak, b. İbra*him Aleyhisselâmdır. Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşi Meryem'in kocası veya Mûsâ Aleyhisselâmın damadı idi.

21- Hızkıl (as): Hızkıl b. Nûridir. Hızkıl Aleyhisselâmın annesi yaşlanıp çocuk doğurmaz hale geldikten sonra, Yüce Allâh'dan bir oğul dilemiş ve Hızkıl Aleyhisselâm, ihsan olunmuştur. Bunun için, Hızkıl Aleyhisselâm (İbnül'acûz = Koca Karının Oğlu) diye anılmıştır.

22- İlyas (as): İlyas b. Yasin, b. Finhas, b. Ayzar, b. Hârûn, b. İmran (A.S)'dır.

23- Elyesa (as): Elyesa' b.Ahtub, b.Adiy, b.Şütlem, b.Efrâîm, b.Yûsuf, b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâm'dır. Elyesa Aleyhisselâm'ın, İlyas Aleyhisselâm'ın amcasının oğlu olduğu da söylenir.

24- Yunus (as): Yûnus b. Matta; Bünyamin b. Yâkub b. İshâk, b. İbrahim Aleyhisselâm oğulla*rı soyundandı. Matta, Yûnus Aleyhiselâmın annesi idi.Peygamberlerden, Yûnus b. Matta ile İsâ b. Meryem Aleyhisselâmlardan baş*ka hiç biri, annesine nisbetle anılmamıştır.

25- Şemûyel (as): Şemûyel b.Bali, b.Alkama, b.Yerham, b.Yehu, b.Tehu, b.Savf'dır. Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail oğullarından ve Hârûn Aleyhisselâmın zürriyetindendi. Şemuyel Aleyhisselâmın annesi Hanne olup[6> Lâvi b.Yâkub Aleyhisselâmın Hanedanına mensuptu.

26- Davud (as): Dâvûd b.İşâ Aleyhisselâm; Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmın soyundandır.

27- Süleyman (as): Dâvûd b.İşa Aleyhisselâmın oğlu olan Süleyman Aleyhiselâmın da, soyu, Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmlara dayanır.

28- Lukman (as): Lukman b.Sâran, b.Mürîd, b.Savun. Lukman Aleyhisselâm; Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde yaşamıştır. Kendisi; Mısır Nub kabilesine mensubtu. Medyen ve Eyke halkındandı. İsrail oğullarından bir adamın kölesi iken, onun tarafından âzâd edilmiş ve kendisine ayrıca mal da, verilmişti.

29- Şâ'yâ (as): Şâ'yâ b.Emus veya Emsıya'dır.

30- İrmiya (as): İrmiya b.Hılkıya; Lavi b.Yâkub Aleyhisselâm'ın soyundan gelen Hârûn b.İmran Aleyhisselâmın soyundandı.

31- Danyal (as): Danyal b.Hızkıl'ül 'asgar, Peygamber oğullarından, Süleyrnan b.Dâvud Aleyhisselamların soyundandı.

32- Uzeyr (as): Uzeyr b.Cerve Hârûn Aleyhisselâmın zürriyetindendir.

33- Zulkarneyn (as): Zülkarneyn Aleyhisselâmın ismi, soyu ve Peygamber olup olmadığı... Hakkın*da bir çok ve çelişkili rivayetler bulunmaktadır. Kendisinin, Sa'b b.Abdullah'ülkahtânî olduğu söylendiği gibi, babasının Hımyerîlerden olduğu da, ileri sürülmektedir.

İbn. Habîb de; Hımyer krallarının isimlerini -Hişam b.Kelbî'den sırasıyla kitabı*na geçirirken, Sa'b b.Karîn b.Hemal'ı, -Yüce Allanın, Kitabında- Zülkarneyn diye anmış olduğunu kayd ettikten sonra, kral Zeyd b.Hemal'ı kayd edip ona da, Yü*ce Allanın Tübba' adını vermiş olduğunu açıklar.

Zülkarneyn Aleyhnisselâm hakkında: "Hem Nebi idi, hem Resul idi." diyenler olduğu gibi, "Hayır! O, Resul olmayan bir Nebi idi. Resul olmayan bir Nebî oluşu, inşâallâh, Sahih'dir!" diyenler de, vardır. Hz. Ali'ye göre, Zülkarneyn Aleyhisselâm: Ne bir Nebi, ne de, bir kraldı. Fakat, Allanın Salih bir kulu idi ki, o, Allâhı, sevmiş, ALLAH da, onu, sevmişti.

34- Zekeriyya (as): Zekeriyyâ b.Berahyâ Aleyhisselâmın soyu, Süleyman b.Dâvûd Aleyhisselâmlara, Süleyman b.Dâvûd Aleyhisselâmların soyu da, Yehûza b.Yâkub Aleyhisselâma dayanır.

35- Yahya (as): Yahya (as), Zekeriyya (as)'ın oğludur.

36- İsa (as): Hz. Meryemin oğludur ve bir mucize olarak babasız dünyaya gelmiştir. Hz. Meryem'in babası İmran b.Mâsân olup Hub'um b.Süleyman Aleyhisselâmın soyundandı.

37- Hz. Muhammed (asm): Muhammed b. Abdullah, b. Abdulmuttalib, b. Hâşim, b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka'b, b. Lüey, b. Galib, b. Fihr, b. Mâlik, b. Nadr, b. Kinane, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyas, b. Mudar, b. Nizar, b. Maadd, b. Adnan. Bütün kaynaklar Muhammed (a.s.)ın, Adnan'a kadar olan atalarının gerek isimlerinde, gerek sıralarında, ittifak halinde bulundukları gibi, Adnan'ın da İsmail (a.s.) b. İbrahim (a.s.)ın öz be öz soyundan geldiğinde de müttefiktirler.

Kaynak: Peygamberler Tarihi, Asım Köksal

1.

HAZRETİ ADEM (AS) İN HAYATI:

Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası.

Allahü teâlânın emri ile melekler çeşitli memleketlerden topraklar getirdiler. Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp insan şekline koydular. Bu şekilde Mekke ile Taif arasında kırk yıl yatıp “salsal” oldu yani pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cuma günü ruh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi.

Allahü teâlânın emri ile bütün melekler Âdem aleyhisselama karşı secde ettiler. Uzun zaman meleklerin hocalığını yapmış olan İblis, kibirlenip bu emre karşı geldi ve Âdem aleyhisselama karşı secde etmedi. “O çamurdan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ondan üstünüm.” iddiasında bulundu. İblis (şeytan) kendini üstün görüp, kibirlenerek Allahü teâlânın emrine uymayınca gadab-ı ilahiyyeye uğradı ve Cennet’ten kovuldu.

Âdem aleyhisselam kırk yaşındayken Firdevs adındaki Cennet’e götürüldü. Cennet’te bulunduğu sırada veya daha önce Mekke dışında uyurken sol kaburga kemiğinden hazret-i Havva yaratıldı. Allahü teâlâ onları birbirine nikâh etti. Cennet’te yerleşmelerini ve Cennet’in meyvelerinden dilediklerini yemelerini bildirdi. Fakat Cennet’te bulunan bin ağaç için, “Bu ağaca yaklaşmayın, bu ağaçtan yemeyin.” buyurdu.

Âdem aleyhisselam ve Havva validemiz, Cennet’te bin yıl kadar yaşayıp, İblisin yalan yeminine inanarak yasak edilen ağacın meyvesinden unutarak önce hazret-i Havva, sonra Âdem aleyhisselam yedikleri için Cennet’ten çıkarıldılar. Âdem aleyhisselam Hindistan’da Seylan (Serendib) Adasına, Havva ise, Cidde’ye indirildi. Birbirlerinden iki yüz sene müddetle ayrı kalan Âdem aleyhisselam ve hazret-i Havva bu müddet içinde ağlayıp yalvardıktan sonra tövbe ve duaları kabul oldu. Hacca gelmeleri emrolundu.

Arafat Ovasında hazret-i Havva ile buluştu. Kâbe’yi inşa etti. Her sene hac yaptı. Arafat Meydanında veya başka meydanda kıyamete kadar gelecek çocukları belinden zerreler halinde çıkarıldı. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soruldu. Hepsi; “Bela = Evet!” dediler. Sonra hepsi zerreler haline gelip beline girdiler. Buna “Ahd-ü-Misak” ve “Kalu Bela” denildi. Âdem aleyhisselam ve hazret-i Havva daha sonra Şam’a geldiler. Burada yirmi defa ikiz evladı oldu. Bir defa da yalnız Şit aleyhisselam oldu. Neslinden kırk bin kişiyi gördü.

.
1500 yasinda iken Oğullarına ve torunlarına peygamber olarak gönderildi. Cebrail aleyhisselam kendisine on iki defa geldi. Kendisine on suhuf (forma) kitap verildi. Bu kitapta; iman edilecek hususlar, çeşitli diller ve lügatler, her gün bir vakit namaz kılmak, gusül boy abdesti almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz eti yememek, tıb, ilaçlar, hesab, geometri gibi şeyler bildirildi. Ayrıca fizik, kimya, tıb, eczacılık, matematik bilgileri öğretildi. İbrani, Süryani ve Arap dillerinde kerpiç üstüne çok yazı yazıldı.
İlk insanlar, bazı tarihçilerin zannettiği gibi ilimsiz, fensiz, görgüsüz, çıplak ve vahşi kimseler değildi. Bugün Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere benziyen vahşiler yaşadığı gibi, ilk insanlarda da bilgisiz basit yaşayanlar vardı. Bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk insanların hepsi için vahşidir denilemez. Hazret-i Âdem ve ona inananlar şehirlerde yaşarlardı. Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik, ekmek yapmak gibi san’atları vardı. Altın üzerine para dahi basılmış, maden ocakları işletilip, çeşitli aletler yapılmıştı.

Âdem aleyhisselamın hiç sakalı yoktu. İlk sakalı çıkan Şit aleyhisselamdır. Hazret-i Âdem çok güzeldi. Siyah saçlı ve buğday tenliydi. On bir gün hasta yatıp, bir Cuma günü vefat etti. Âdem aleyhisselam vefat edince, Cebrail aleyhisselam bir gömlek giydirdi. Şit aleyhisselama yıkamayı öğretti. Yıkayıp kefenlediler.


Hadis-i şerifte buyruldu ki:
“Âdem aleyhisselam vefat edince, melekler üç defa su ile yıkadılar. Onu defnettiler. Sonra çocuklarına dönerek, (Ey âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız) dediler.”

Bir rivayete göre 2000 yasinda iken Cuma günü vefat etti.Hz.Havva 40 sene sonra vefat etti. Şit aleyhisselam imam olup cenaze namazını kıldırdı. Âdem aleyhisselamın kabri; Kudüs’te, Mina’da, Mescid-i Hif’te veya Arafat’tadır. Hayatını bildiren rivayetler birbirinden farklıdır.

Hazret-i Âdem, Allah’a ilk hamd ve ilk tövbe edendir. Seçilmişlerin ilki, yeryüzünde Allahü teâlânın ilk halifesidir.

Birçok mucizeleri vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:
Yırtıcı, vahşi hayvanlarla konuşurdu. Susuz dağ ve taşlara elini vurunca, pınarlar fışkırır, temiz sular akardı. Eline aldığı ufak taşlar, yüksek sesle Allahü teâlâyı zikrederdi.

Âdem aleyhisselamın yaratılması, Cennet’te kalması, Cennet’ten çıkarılarak yeryüzüne indirilmesi, Kur’an-ı kerimde çeşitli âyet-i kerimelerde bildirilmiştir.

Hz. Adem 5 seyi ile bahtiyar olmustur:

1) Hatasini itiraf etmek

2) Pismanlik duymak

3) Nefsini kötülemek

4) Tevbeye devam etmek

5) Rahmetten ümidini kesmemek


Iblis de 5 seyden bedbaht olmustur:

1) Günahini ikrar (saklamadan söylemek) etmemek

2) Pismanlik duymamak

3) Kendini kötülememek

4) Kendini kötülemeyip azginligini Allahü Teala'ya nisbet etmek

5) Rahmetten ümidini kesmek

Faydalandigim Eserler

Habil ile Kabil

Habil ile Kabil Hz.Adem'in ogullarindan ikisidir. Habil'in Allah'a yaptigi kurban'in kabul edildigi ve kendi kurbanin Allah tarafindan kabul edilmedigi icin Kabil, Habil'i öldürür ve böylece dünyada ilk kâtil olma makamina mazhar olur. Sonra bir kargadan görüp Habil'i yerin altina gömdü. Allahü teala Kur'an-i Kerimde mealen buyuruyor ki : « Allah nezdinde Isa'nin durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yaratti. Sonra ona «OL !» dedi ve oluverdi »(Al-i Imran, 59) . Burada deginilen durum, Hz.Isa'nin ve Hz. Adem'in babasiz dünyaya gelmeleridir (M.K.). Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) Hz. Adem hakkinda : « Allahü teala Adem'i (aleyhisselam) yeryüzünün her tarafindan aldirdigi topraktan yaratti. Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kirmizi renkte olanlar oldugu gibi, bazilari da bu renklerin arasindadir. Bazisi yumusak, bazisi sert, bazisi halis ve temiz oldu » (Hadis-i serif, Müsned-i Ahmed bin Hanbel) buyurmustur.

2

Şit (Şis) Aleyhisselam

Âdem aleyhisselamdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselamın oğludur. Âdem aleyhisselamın oğullarından Hâbil ile Kâbil arasında çıkan anlaşmazlık netîcesinde Kâbil, Hâbil’i öldürünce, Allahü teâlâ, hazret-i Âdem’e, Hâbil’e karşılık ihsân olarak, yeni bir oğul verdi. Âdem aleyhisselamın bütün çocukları ikiz olarak doğduğu hâlde, Şit aleyhisselam tek doğdu. Şit adı verilen yeni oğlun ismi İbrânice olup, Arapça karşılığı “Allah’ın hîbesi” mânâsınadır. İsmine “Şis” de denilmiştir.

Âdem aleyhisselamın oğullarından Kâbil, Hâbil’i şehit ettikten sonra doğmuş olan Şît aleyhisselam, son peygamber Muhammed aleyhisselamın nûrunu alnında taşıyordu. Bu sebeple Âdem aleyhisselam onu pek fazla seviyordu. Bütün evlâdı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefat edeceği sırada da bütün yeryüzünün halîfeliğine onu tâyin etti. Bu hususta vasiyette bulundu. Ayrıca ilâhî sırları bildirip, bütün ilimleri öğretti.

Peygamber efendimizin nûruyla ilgili olarak oğlu Şît aleyhisselama şöyle vasiyyet etti: “Oğlum! Alnında parlayan bu nûr, son peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nûrudur. Bu nûru mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et.”

Şit, bu vasiyet üzerine sâlihâ bir kızla evlendi. Sonra evlâtlarına da böyle vasiyet ettiler. Onlar da bu vasiyete uyup öylece devâm ettiler.

Âdem aleyhisselamın vefatından sonra, Allahü teâlâ, Şit aleyhisselama peygamberlik verdi. Elli sayfa (forma) küçük kitap indirdi. Bu kitaplarda hikmet ilmi, matematik, sanâyi bilgileri, kimyâ ilmi ve daha birçok şeyler bildirilmişti.

Şit aleyhisselam zamânında insanlar çoğalıp, her tarafa yayıldılar. Onlara Allahü teâlânın emirlerini bildirip îmân etmeye çağırdı.

Şit aleyhisselamın dîninin esasları, Âdem aleyhisselamın bildirdiği dînin esaslarına uygundu. Şit aleyhisselam ekseriyâ Şam’da ikâmet edip, insanlara, Allahü teâlâya îmân etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek tebliğ vazîfesini yaptı. Bin şehir kurup, hudutlarını tespit etti. Şit aleyhisselamın çocukları ve torunları îmâr ettikleri şehirlerde yaşayıp, Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldular. Gâyet huzurlu bir hayat sürdüler. Aralarında düşmanlık buğz ve haset yoktu. Kötülüklerden, haramlardan ve isyândan uzak dururlardı.

Şit aleyhisselam, Şam’dan Yemen tarafına gidip, azgın ve sapık bir hâlde yaşayan Kâbil’in oğullarını Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Fakat bu kavim, Şit aleyhisselamın dâvetini kabul etmeyip, sapıklıklarında ısrâr ettiler. Şit aleyhisselam, onlarla savaş yaptı. Bu savaşta kılıç kullandı. İlk kılıç kullanan odur. Yemendeki bu azgın kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını da esir aldı. Babası, Âdem aleyhisselamla veya kardeşleriyle Kâbe’yi balçık çamuru kullanarak taştan yaptı.

Son peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nûru Şit aleyhisselamdan onun oğlu Enûş’a geçti. Şit aleyhisselam, oğlu Enûş’a, babası Âdem aleyhisselamın, Muhammed aleyhisselamın nûruyla ilgili olarak kendisine yaptığı vasiyeti yaptı ve Enûş’u yeryüzüne halîfe tâyin ederek vefat etti. Ömrünün dokuz yüz on iki veya dokuz yüz elli yâhut da dokuz yüz sene olduğu rivâyet edilmiştir. Peygamberliğininse, iki yüz seksen iki veya iki yüz on iki yâhut da iki yüz kırk iki sene olduğu rivâyet edilmiştir.

Şit aleyhisselamdan sonra, çoğalarak yeryüzüne dağılan insanlar, zamanla doğru yoldan uzaklaşıp, çok azgınlık gösterdiler. Allahü teâlâ onlara İdrîs aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi.

Şit aleyhisselam Âdem aleyhisselamın öteki evlâtlarının hepsinden güzel ve fazîletliydi. Sûret ve sîrette yâni hâl ve yaşayışta tıpkı babasına benzediği için Âdem aleyhisselam onu diğer evlâtlarından çok severdi.

3

İdris Aleyhisselam

Kur’ân-ı kerîm’de ismi geçen peygamberlerden. Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Asıl ismi Ahnûh veya Hanûh’tur. Kur’ân-ı kerîm’de İdrîs diye bildirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için “Müselles bin-Ni’me” (kendisine üç nîmet verilen) de denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet’tir. Bâbil’de veya Mısır’da Mûnif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiştir. Kendisine otuz suhuf (forma) kitap verildi. Diri olarak göğe kaldırıldı.

Âdem aleyhisselamdan ve Şît aleyhisselamdan sonra insanlar madden ve mânen bozuldular. İdrîs aleyhisselam, içinde yaşamış olduğu, Kâbil’in evlâdından bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Her türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi ve Allahü teâlâya kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allahü teâlâ ona otuz sayfa (forma) kitap gönderdi. Cebrâil aleyhisselam dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ etti.

İdrîs aleyhisselam, kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri, Muhammed aleyhisselamın vasıflarını bildirdi. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh Tûfânını ve Âhir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselamı bütün tafsilâtıyla anlattı. Peygamber olduğunu ispat eden birçok mucizeler gösterdi. Fakat kendisine kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu ise karşı geldi. Bunun üzerine İdrîs aleyhisselam yaşamış olduğu Bâbil diyârından Mısır’a hicret etti. Kendisine îmân edenlerle birlikte burada yerleşti. Allahü teâlâ ona yetmiş iki lisanla konuşmayı nasib etti. Her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti. Harp âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd etti.

İnsanlara şehir kurmak sanatını ve idârecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet de öğrendikleri bu kâidelere göre kendi bölgelerinde pekçok şehirler kurdu.

İnsanlara muhtelif ilimleri de öğretti. Pekçok kimseye hikmet ve riyâziye (matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Allahü teâlâ ona göklerin terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin bilgileri, senelerin sayısını ve hesâb ilmini öğretti. İdrîs aleyhisselam kavmine kalem ile yazı yazmasını, iğne ile dikiş dikmesini öğretti. Öğrettiği ilimler, Allahü teâlânın bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı ve zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu bilgilere ulaşamazdı. Eski Yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik, kimyâ ve tıb bilgilerini İdrîs aleyhisselamın kitâbından aldılar.

İdrîs aleyhisselam, uzun seneler insanları hak dîne dâvet etti. Yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselam, İdrîs aleyhisselamı ziyârete geldi. İdrîs aleyhisselam, Azrâil’e: “Bir anlık benim rûhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil aleyhisselama; “Onun rûhunu al!” diye vahyetti. Azrâil aleyhisselam rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdrîs aleyhisselamın rûhunu tekrar iâde etti. İdrîs aleyhisselam, Azrâil aleyhisselama; “Beni semâlara götür. Cennet’i ve Cehennem’i göreyim.” dedi. Allahü teâlâ, Azrâil’e onu semâya götürmesini, Cehennem’i ve Cennet’i göstermesini vahyetti. İdrîs aleyhisselama Cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allahü teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü teâlâ, «Herkes Cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allahü teâlâ, «Onlar oradan (Cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için Cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil’e vahyedip, İdrîs aleyhisselamın Cennet’te kalmasını bildirdi. İdrîs aleyhisselam böylece Cennet’te kaldı. Bu husus Kur’ân-ı kerîm’de Meryem sûresi 57. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık.” buyrulmak sûretiyle bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerîmede bildirilen “yüce mekân”dan murâdın, peygamberlik ve Allahü teâlâya yakınlık mertebesi veya Cennet veya altıncı, yâhut dördüncü kat semâ olduğunu bildirmişlerdir.

Nitekim Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz aleyhisselam Mîrâca çıktığı zaman, hazret-i İdrîs’i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir. İdrîs aleyhisselam diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.

İdrîs aleyhisselam, ağaçların yapraklarının sayısını bilirdi. Duâ ederken (Bî adedil-evrâk) “Ağaçların yaprakları kadar” diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini îmâna dâvet ettiği zaman, yıldızların heyeti, durumu ve diğer husûsî hâllerini açıklamasını istediler. İdrîs aleyhisselam bunu geniş olarak haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için “nücûm ilmi” hazret-i İdrîs’den kalmıştır, denir. Melekler grup grup onun ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazîfesini, tesbihini bilirdi. Havada uçup giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar ve dile gelip onunla konuşurlardı. Bunlar Allah’ın İdrîs aleyhisselama verdiği mucizelerdir.

İdrîs aleyhisselamın hikmetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
“Akıllı kimsenin rütbesi yükseldikçe, tevâzûsu (alçak gönüllülüğü) artar.”

“Câhil, mertebesi yüksek olsa da, basîret ehlini hakîr ve aşağı görür.

“Dostlar arasındaki hakîkî sevgi, içinde bir menfeat temin etme ve kendisinden bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir.”

“İnsanda bulunan en fazîletli cevher, akıldır. Sâhibini pişman ettirmeyen en kıymetli şey sâlih ameldir.”

“İyi hasletlerin en üstünü; kızgınlık hâlinde doğruluk, sıkıntı hâlinde cömertlik, cezâ vermeye gücü yettiği hâlde affetmektir.”

Kur’ân-ı kerîm’in Meryem, Enbiyâ sûrelerinde İdrîs aleyhisselamla ilgili haberler verilmiştir.

4

Nuh Aleyhisselam

İdris aleyhisselamdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen “Nuh” denilmiştir. İdris aleyhisselam insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göke kaldırıldı. Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yapıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar arasında putperestlik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı.

Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselam, ömrünün sonuna kadar insanları Allahü teâlâya îmân etmeye, O’nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur’ân-ı kerîmde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhakkak ki biz, Nuh’u (aleyhisselam) kavmine resûl olarak gönderdik” (A’râf sûresi: 59) buyrulmaktadır.

Nuh aleyhisselam kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini, putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya îmân edip, O’nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselam onlara nasihat ederek: “Ben size doğru yolu göstermek, zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vaz geçip bir olan Allah’a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyorum” dedi. Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakta ve sapıklıklarında ısrar ediyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Fakat Nuh aleyhisselam tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan devamlı sûrette Allah’a îmân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselamı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar, onu görmemek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir taraftan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı.

Hazret-i Nuh’un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan bahsediliyordu. O’na îmân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha artırıyorlardı. Nuh aleyhisselam gittikçe azan kavmine“Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz. Allah’tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız.” diyordu.

Yıllar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselam ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil, esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselam böylesine düşmüş olan insanlara acıyor şefkat ve sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh’u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.

Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselam; “Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah’a ibâdet etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek imdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek...” diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.

Nuh aleyhisselam ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakta israr eden azgın millet “Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da çok ısrarlı davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun.” diyerek onun nasihatlarını ve dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur’ân-ı kerîm’de Hûd sûresinde (ayet 32) bildirilmektedir.

Nûh aleyhisselam kavminin bu tutumu karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazîfesine devâm ettiği hâlde, onların bir türlü îmâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle dua ettiği Kur’ân-ı kerîm’de bildirilmektedir:
“Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfiri bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.” (Nuh sûresi: 26-28) ve
(Nuh aleyhisselam dua edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.” (Şuara sûresi: 117-118)

Nuh aleyhisselamın bu duası üzerine, Kur’ân-ı kerîmde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir:
“Nuh’a vahy olundu ki; kavminden daha önce îmân etmiş olanların dışında hiç kimse îmân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kafirler) hakkında bana dua etme. Zîrâ onlar (suda) boğulacaklardır.” (Hûd sûresi: 36-37)

Nuh aleyhisselam kendisine gönderilen vahiy üzerine hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselam, Allahü telânın emri üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselam ve îmân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin inşâsını gören putperestler; “Şimdi de marangozluğa mı başladın?” diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; “Benimle alay ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz.” diyordu.

Nuh aleyhisselam, yüzyıllar boyu insanları Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdığı hâlde insanların îmân etmemeleri sebebiyle helak olmalarının yaklaştığı sırada son olarak şöyle dedi. “Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana, inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama,Allah’ın azâbı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, îmân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allah’a îmân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen îmân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür.”

Nuh aleyhisselamın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; “Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz.” dediler.

Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh’un yaptığı ve üç katlı olduğu rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki:
“Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nuh’a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkınla bir de îmân edenleri gemiye yükle. Zâten Nuh’a îmân edenler pek az idi.”

Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Nuh (aleyhisselam) gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mağfiret edici ve merhametiyle tufân belâsından kurtarıcıdır.” dedi.” (Hûd sûresi: 41) Yine Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye yerleşince; “Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah’a hamd olsun. Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en hayırlısısın.” de.” (Mü’minûn sûresi: 28, 29)

Nuh aleyhisselam her hayvandan birer çift alıp, îmân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselama inanmayan putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur’ân-ı kerîm’de Kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir.

Tûfan başladığı sırada Nuh aleyhisselam îmân etmeyen oğlu Yâm’a (Kenan), îmân edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; “Dağa çıkar sudan kurtulurum.” deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu. Boğulanlar arasında hazret-i Nûh’un hanımı da vardı. O da îmân etmemişti. Tûfan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; “Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut...” (Hûd sûresi 44) emriyle yağmur kesilip sular çekildi.

Nuh aleyhisselamın gemisi Muharrem ayının onunda aşure günüIrak’ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselamın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselama ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselam bin yaşında vefat etti. Nuh aleyhisselamın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya’ya, Avrupa’ya, Okyanusya’ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika’ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar.

Nuh aleyhisselam Kur’ân-ı kerîm’de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerîmede ondan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı kerim’deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselamdan bahsedilmektedir. Ülü’lazm peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte ve münâcaatta bulunup, ilâhî feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselam hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
“Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselam) Nuh’a (aleyhisselam) geldiğinde dedi ki: “Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı) ey uzun ömürlü ve ey duası kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?” Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Şöyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.”

Mucizeleri:
1. Nuh aleyhisselamın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselamı gönderip, “Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.” buyurdu. Nuh aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi îmân etti.

2. Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi.

3. Susuz yerlerden su çıkarırdı.

4. İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.

5. Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.

6. Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.

7. Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duasıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek istediklerinde dua edince, bir miktar toprak ve kum yiyecek hâline geldi ve bunu yediler.

8. Îmân ederek, gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duasıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.

9. Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.

5

Hud Aleyhisselam

Yemen’de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselamın oğlu Sâm’ın neslindendir. Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur’ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerdendir.

Yemen’de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan îtibâren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de uğraşan Hûd aleyhisselam, gayet şefkâtli ve çok cömertti.

Nûh tûfânından sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen’de Hadramut civârında Ahkâf denilen yerde yerleşti. Âd’ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulundukları belde bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem Bağları diye meşhur olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları vardı. Güçleri, kuvvetleri, boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu insanlar, servetlerinin ve maddî güçlerinin çokluğuna bakarak azdılar ve doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar. Allahü teâlâyı unuttular ve çeşitli putlara tapmaya başladılar. Ellerindeki maddî imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakîrleri ve diğer kabîleleri zulümleri altında inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyorlar, çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı.

Allahü teâlâ, Âd kavmini doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselamı onlara peygamber gönderdi. Bu hususta Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Âd kavmine kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselam) onlara; “Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek O’ndan başkası yoktur. Hâlâ O’nun azâbından korkmayacak mısınız?” dedi. (A’râf sûresi: 65).

Hûd aleyhisselam kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ vazîfesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulum ve günahlardan tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya şükür ve ibâdete çağırdı. Fakat Âd kavminin insanları, Hûd aleyhisselamı dinlemeyip, ona karşı kaba ve inkârcı davrandılar.

Hûd aleyhisselam kavminin bu tutumu üzerine; “Eğer doğru yola gelmezseniz, haberiniz olsun, ben size tebliğ vazîfemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk olursunuz?” buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselama; “Mucize getirmeden putlarımızı terk etmeyiz.” dediler. Hûd aleyhisselam onlara; “İstediğiniz mucize nedir?” diye sordu. Onlar da “Rüzgârı istediğin tarafa çevir!” dediler. Hûd aleyhisselam dua etti. Allahü teâlâ; “Ne tarafa istersen elinle işâret et!” buyurdu. O da eliyle işâret edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük kayaların toprak olmasını istediler. Hûd aleyhisselamın duası ile bu da oldu. Bu mucizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak koyunların yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselam dua etti. Koyunların yünü ipek hâline geldi.

Âd kavmi, gösterilen mucizelere rağmen inanmadılar. “Sen bizi putlarımızdan ayırmak için mi geldin? Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit ettiğin azâbı getir de görelim!” dediler.

Hûd aleyhisselam kavmini îmâna dâvete devâm etti. Pek az kimse îmân etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin ıslâh olmayacağını anlayan Hûd aleyhisselam; “Ya Rabbî! Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara, ders almalarına vesîle olacak bir musîbet ver?” diye bedduada bulundu. Hûd aleyhisselamın bedduasını kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musîbetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu. İnsanlar bir yudum suya, bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler. Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyordu. Tozdan göz gözü göremiyordu.

Bu arada Hûd aleyhisselam kavmini îmâna, tövbe ve istigfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd aleyhisselamın kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir:
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O’na tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek îmândan yüz çevirmeyin.” (Hûd sûresi: 52)

Hûd aleyhisselamın bu son dâveti de onların aklını başlarına getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselama işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın gelmekte olduğu Hûd aleyhisselama bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselam îmân edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken ufukta siyah bir bulut belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd aleyhisselam “Hayır, o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi yok eder.” dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak vâdiyi kapladı. Son derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu.

Fussilet sûresi 16. âyet-i kerîmesinde, bu rüzgâr “sarsar” (kavurucu rüzgâr); azâb günleri de “eyyâm-ı nahisât” olarak geçmektedir. Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikde havaya fırlayarak paramparça oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir:
“Nihâyet Hûd’u ve berâberindeki îmân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak îmân etmemiş olanların kökünü kestik.” (A’râf sûresi: 72)

Hûd aleyhisselam ve ona îmân edenler bu şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler. Kâfirleri helâk eden şiddetli fırtına, onlara serinletici ve rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu.

Hûd aleyhisselam, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu ve orada vefat etti. Kabrinin Harem-i şerîf (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescit)te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir.

Hûd aleyhisselam ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili olarak Kur’ân-ı kerîmin A’râf, Hûd, Mü’minûn, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka, Şuarâ ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir

6

Salih Aleyhisselam

Semûd kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem’in on dokuzuncu batından torunudur.

Hûd aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd aleyhisselam tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allahü teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular.

Sâlih aleyhisselam, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselam kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah’tan korkun, bana itâat edin.” diyerek dâvetini açıkladı.

Sâlih aleyhisselamın bu dâveti karşısında pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Sâlih aleyhisselama; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselam ise kavmini îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:

“Ey Semûd kavmi! Siz içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah’a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.”

Allahü teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu. Sâlih aleyhisselama kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.” dediler. Sâlih aleyhisselam bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselamdan mucize göstermesini istedi. Ancak mucizeleri gördükleri hâlde yine îmân etmediler.

Yine bir gün Sâlih aleyhisselama gelip: “Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.

Sâlih aleyhisselam; “Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mucize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” dediler.

Sâlih aleyhisselamın bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.

Sâlih aleyhisselam onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.

Sâlih aleyhisselam böyle bir mucize vermesi için Allahü teâlâya dua etti ve duası kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mucizeyi görenlerden bir kısmı îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Sâlih aleyhisselam onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar.

Mucize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mucize olup tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. Îmân edenler, ondan bir kabîleye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içiyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların îmânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mucize karşısında âciz kalan Semûd kavmi, deveyi ödürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Sâlih aleyhisselamın nasîhat edip, îmân etmeye çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; “Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!” dediler.

Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih aleyhisselama; “İşte deveyi öldürdük. Eğer söylediğin gibi bir peygambersen söylediğin azâbı getir.” dediler.

Sâlih aleyhisselam bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasîhat edip; “Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesîlesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günahkârlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!” dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselamı, âilesini ve îmân edenleri de öldürmeyi plânlamaya başladılar.

Sâlih aleyhisselam bu azgın kavme şöyle dedi: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk edecektir!”

Sâlih aleyhisselamın söylediği bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselamı ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil aleyhisselam gelip, durumu Sâlih aleyhisselama bildirdi. Sâlih aleyhisselam da îmân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti.

Birinci günde bâzı acâib hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü. İkinci günde Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğine kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih aleyhisselamın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı. Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer hâlini aldı.

Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih aleyhisselam, îmân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; “Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet ettim ve bunu size tebliğ ettim. Bu duruma düşmeyesiniz diye, size nice nasîhatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!” dedi.

Sâlih aleyhisselam, kavminin helâkinden sonra kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke’ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır.

Kur’ân-ı kerîmin değişik âyet-i kerîmelerinde, Sâlih aleyhisselamdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir:
Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. Îmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi: 17-18)

Sâlih aleyhisselamın mucizeleri:
1. Kayadan deve çıkartması.

2. Sâlih aleyhisselamın kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. “Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!” diye kendisine mucize teklifinde bulundular. Sâlih aleyhisselam dua edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.

3. Sâlih aleyhisselamın duası bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır.

4. Sâlih aleyhisselamın çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. Îmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselamın çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; “Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!” diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının sönmesi için dua edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu.

7

Zülkarneyn Aleyhisselam

Peygamber veyâ velî. Kur’ân-ı kerîmde kıssası, doğuya ve batıya seferleri zikr edilmiştir. Asıl ismi İskender’dir. Doğuya ve batıya gittiği için İskender-i Zülkarneyn diye anılmıştır. Nûh aleyhisselamın oğlu Yâfes’in soyundandır. Peygamber olup olmadığı açıkça bildirilmedi. Yemen’de yaşamış olan Münzir İskender ile Aristo’nun talebesi olan Makedonyalı İskender’den daha önce yaşadı.

Sâlih bir zât olan Zülkarneyn aleyhisselamı Allahü teâlâ yeryüzündeki insanlara emir ve yasaklarını tebliğ ile vazîfelendirdi. Zülkarneyn aleyhisselam Allahü teâlâya niyazda bulunup; kendisine kuvvet vermesini, insanlar arasında hangi ilim ve adâletle hükmetmesi gerektiğinin bildirilmesini istedi.

Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Sana verdiğim vazîfeyi yapabilmen için kuvvet ihsân ederim. Göğsünü açarım. Herşeye gücün yetecek hâle gelirsin. Anlayışını açar, konuşmanı genişletirim, kulağını açarım, tâ uzaktakileri işitirsin. Basîretini genişletirim, çok uzakları görür, her şeye nüfûz edersin. Her şeyi sağlam yaparsın. İstediğin herşeyi ihsân ederim. Sana heybet veririm hiç kimse sana kötü gözle bakamaz. Ben sana yardım ederim. Hiçbir şey sana zarar vermez. Seni kuvvetlendiririm. Hiçbir şeye yenilmezsin. Kalbine kuvvet veririm hiçbir şeyden korkmazsın. Aydınlık ve karanlığı emrine verir, onları senin askerin yaparım. Aydınlık senin önünde yol gösterir, karanlık arkandan seni muhâfaza eder.”

Allahü teâlâ hazret-i Zülkarneyn’in emrine bulutları ve başka vâsıtaları verdi. Ona ilim ve kudret, insanlar üzerine tasarruf hâkimiyeti verdi. Ayrıca beyaz ve siyah olmak üzere iki sancak ihsân etti. Zifiri karanlık olan gecede beyaz sancağı açınca, ortalık aydınlığa gark olurdu. Gündüz harp ederken düşman askerinin karanlıkta kalmasını arzu ederse siyah sancağını açar, düşman tarafı zifiri karanlık, kendi tarafı aydınlık olur, böylece düşmana kısa zamanda gâlip gelirdi. Her sefere çıkışında önü aydınlık, arkası karanlık olurdu. Çok geçmeden memleketi genişledi. Devleti güçlendi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bütün dünyâya yaymağı azmetti.

Teyzesinin oğlu Hızır aleyhisselamı kendisine vezir, ordusuna kumandan tâyin etti. Allahü teâlânın emriyle müminlerden meydana gelen ordusu ile ilk önce batıya yürüdü. Vardığı yerlerde kâfirleri hak dîne dâvet etti. İnsanlara iyilik ve ihsânlarda bulundu. İnanmayanlarla harp etti. Batıda meskûn (yerleşilmiş) yerlerin sonuna vardı. Artık karalar bitmiş denizler başlamıştı. Oraya vardığı sırada orada bir kavim buldu. Bu kavim kâfir olup vahşî hayvan derisinden elbise giyerler, denizin dışarı attığı balık cinsinden şeyleri yiyerek geçinirlerdi. Zülkarneyn aleyhisselam bu kavmi, güzel muâmelede bulunarak hak dîne dâvet etti. Kavimden bir kısmı îmânla şereflendi bir kısmı ise îmân etmekten yüz çevirdi. Zülkarneyn aleyhisselam inanmayanların üzerine yürüdü ve onları karanlıkta bıraktı. Onlar karanlıkta ne yapacaklarını bilemediler. Sonunda pişman olup tövbe ettiler ve Allahü teâlânın varlığına, birliğine inandılar.

Zülkarneyn aleyhisselam müminlerden kurduğu ordusu ile uğradığı her yerdeki bütün insanları hak dîne dâvet etti. Allahü teâlâya îmân ve ibâdete çağırdı. Îmân etmeyenler cezâlarını gördüler. Yaya olarak Mekke-i mükerremeye gitti ve haccetti. İbrahim aleyhisselamla görüşüp hayır duasını aldı. Nasîhatlerine kavuştu. Daha sonra doğuya yöneldi. Güneşin ilk ışıklarının vurduğu en uçtaki kara parçasına vardı. Zülkarneyn aleyhisselam orada, yer altındaki mahzenlerde yaşayan kavmi hak dîne dâvet etti. Daha sonra kuzeye bir sefer yaptı. İki dağ arasına vardı. O iki dağın yakınında oturan kalabalık bir kavimle karşılaştı. O kavmi de hak dîne dâvet etti. Kavmin pâdişâhı Zülkarneyn aleyhisselamı iyilikle karşıladı ve hediyeler takdim etti. Bütün kavmiyle birlikte hak dîni kabul etti. Zülkarneyn aleyhisselamın iltifatlarına kavuştu. Ye’cüc ve Me’cüc adlı kavimlerin zararından şikâyette bulundu. Zülkarneyn aleyhisselam o kavimle birlikte Ye’cüc ve Me’cüc’ün zararından korunmak için sed yaptılar.

Zülkarneyn aleyhisselam bir seferi esnâsında hiçbir dünyâ malı ve serveti olmayan, rızıklarını sebzeden temin eden bir kavme rastladı. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, her gün mezarını temizler ve ibâdetlerini burada yaparlardı. Zülkarneyn aleyhisselam o kavmin hükümdarıyla da görüştü. Hükümdar kendilerinin dünyâya önem vermediklerini, âhireti hatırlamak için de ibâdetlerini mezarlarda yaptıklarını anlattı.

Zülkarneyn aleyhisselam Allahü teâlânın yardımıyla, doğu, batı ve kuzeydeki bütün ülkeleri feth edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yayma vazîfesini tamamladıktan sonra, askerine izin verdi. Kendisi Medîne ile Şam arasında Dûmet’-ül-Cendel denilen yerde insanlardan ayrıldı. Yalnız Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldu.

Vefât etmeden önce yakınlarına “Ben vefat edince usûlüne uygun yıkayıp kefenleyin. Sonra tabuta koyun. Yalnız kollarım dışarda sarkık kalsın. Hazînelerimi de katırlara yükleyin” diye vâsiyette bulundu. Söyledikleri aynen yapıldı. Az bir zaman sonra da vefat etti. Mekke’ye veya Mekke civârındaki Tehâme Dağlarında bir yere defn edildi.

İskender-i Zülkarneyn böyle vâsiyyet etmekle “Arkamdan gelen ordular ile doğu ve batıya hâkim oldum. Hizmetçilerim emrimden çıkmadı. Dünyâyı baştan başa tuttum. Sayısız hazînelerim vardı. Fakat bütün bu dünyâ nîmetleri kalıcı değildir. Gördüğünüz gibi mezâra eller boş gidiliyor. Dünyâ malı dünyâda kalıyor. Sizler âhirette de faydalı olacak işler yapın.” demek istedi.

Zülkarneyn aleyhisselam beyaz-kırmızı benizli, orta boylu idi. Güzel ahlâk sâhibi, Hakka teslimiyeti tam, halkına karşı mütevâzi, alçak gönüllü ve adâlet sâhibi idi. Gazâ ve cihâda çıkmakta, beldeleri tâmirde çok gayretli idi. Dünyâ malına rağbet etmez, elinin emeği, alnının teri ile geçinirdi. Bunun için zenbil örer kendine, çoluk çocuğuna bu paradan harcar, artanını fakirlere sadaka verirdi. Ye’cüc ve Me’cüc kavminin zararlarına mâni olmak için sed yapmıştı.

Seddi rivâyetlere göre Asya’nın doğusundaki mümin Türklerin ricâsı üzerine inşâ etmişti. İki dağ arasına taş ve demirden yapılmış olan bu sed bugünkü Çin Seddinden başkadır.

Kur’ân-ı kerîmin Kehf sûresi 83-98. ayet-i kerimelerinde Zülkarneyn aleyhisselamla ilgili haberler verilmektedir. Peygamber efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem de buyurdu ki:
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mümin ikisi kâfir idi. Mümin olan ikisi Zülkarneyn ile Süleyman (aleyhisselam) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdî mâlik olacaktır.

8

İbrahim Aleyhisselam

Kur’ân-ı kerîm’de ismi bildirilen peygamberlerden, ülülazm adı verilen altı peygamberden biri olup, Keldânî kavmine gönderilmiştir. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamdan sonra peygamberlerin ve insanların en üstünüdür. Allahü teâlâ ona Halîlim (dostum) buyurduğu için Halîlullah veya Halîlürrahmân olarak bilinir. Babası mümin olan Târûh olup, annesi Emile’dir. İbrahim aleyhisselam, Peygamber efendimizin dedelerindendir. Çünkü, ilk oğlu İsmail aleyhisselam Arapların, ikinci oğlu İshak aleyhisselam da İsrailoğullarının ceddi yâni dedesidir. Keldânî memleketi olan Bâbil’in doğu tarafında ve Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Yüz yetmiş beş yaşındayken Kudüs’te vefat etti.

İbrahim aleyhisselama annesi Emîle veya Ûşâ hâmileyken, babası Târûh vefat etti. Annesi, amcası olan Âzer ile evlendi. Âzer üvey babası ve amcası olup, putperestti. Geçimini put yapıp satarak temin ederdi.

Tefsir âlimleri, En’âm sûresinin Âzer’in ismi geçen 14. âyetini tefsir ederken, Âzer’in hazret-i İbrahim’in amcası ve üvey babası olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Zîrâ, Peygamberimizin baba ve dedeleri Âdem aleyhisselamdan beri hep mümindi. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Sen, yâni senin nûrun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır.” (Şu’arâ sûresi: 219) buyrulmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerîmeyi tefsir ederken, Peygamberimizin bütün ana ve babalarının, mümin olduğunu anlamışlardır. Abdullah ibni Abbâs’ın bildirdiği hadîs-i şerîfte de: “Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni temiz babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum.” buyuruldu.

Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı ve binlerce İslâm kitâbında yazıldığı üzere Peygamber efendimizin anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi, zamanlarının ve memleketlerinin en asîl, en şerefli, en güzel ve en temiz kimseleriydi. Hepsi de aziz ve muhteremdiler. İbrahim aleyhisselamın babası, Târûh da böylece mümin, yâni inanmıştı. Kötü ahlâktan, âdî ve çirkin sıfatlardan uzaktı.

Nûh aleyhisselamdan çok sonra Bâbil’de hüküm süren, yıldızlara ve putlara tapan Keldânî kavminin o devirdeki kralı olan Nemrûd, insanları kendine ve putlara taptırıyordu. Bir gece gördüğü rüyâyı, müneccimler; “Doğacak bir erkek çocuğun yeni bir din getireceği ve onun saltanatını yıkacağı.” şeklinde tâbir edince, Nemrûd yeni doğan erkek çocukların öldürülmelerini ve hâmile kadınların hapsedilmelerini emretti. O sırada hazret-i İbrahim’e hâmile olan annesi, amcası Âzer’le evliydi. Görünüşte hâmileliği belli olmadığı için fark edemediler, kocasına da; “Çocuk doğunca oğlan olursa, kendi elinle Nemrûd’a teslim eder mükâfât alırsın.” dedi. Annesi zamânı gelince de şehir dışında bir mağarada doğum yaptı ve Âzer’e çocuğun doğup öldüğünü söyledi. Oğlunu mağarada gizledi ve orada büyüttü. Yanına gittiğinde onu parmağını emerken bulur ve doymuş görürdü. Parmaklarından süt ve bal gelirdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselamı göndererek bu gıdâları Cennet’ten parmaklarına akıtırdı.

İbrahim aleyhisselam büyüyüp, mağaradan çıkınca, güneşe, aya, yıldızlara ve kâinâta bakarak bunları yaratan eşi ve benzeri olmayan bir yaratıcının olduğunu anladı. Keldânî kavmine gelerek, taptıkları yıldızların ve putların ilâh olmadığını, anlayabilecekleri açık delillerle anlattı. Bâbil halkı çocuk yaşta olan ve putlarına karşı çıkan hazret-i İbrahim’i üvey babası Âzer’e şikâyet ettiler. Âzer, İbrahim aleyhisselamı azarlayarak bu işten vazgeçmesini istediyse de İbrahim aleyhisselam onun sözlerine hiç aldırmayıp; “Benden delil isteyin göstereyim. Bana hidâyet veren, doğru yolu gösteren Allahü teâlâ beni sizden ayırdı. Sizin içinde bulunduğunuz sapıklığa düşürmedi. Sizi ve putlarınızı sevmiyorum.” dedi. Putlara tapmanın mânâsız olduğunu Âzer’e de söyledi. Âzer hiddetlenip İbrahim aleyhisselamın yanından uzaklaşmasını istedi.

Genç yaştayken Keldânî kavmine peygamber olarak gönderilen ve kendisine on sayfa (forma) kitap verilen İbrahim aleyhisselam, Allahü teâlânın emriyle büyük-küçük herkesi Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdı. İnsanlara topluca ve açık bir tebliğde bulunmayı, putların mânâsız ve âcizliğini, onlara tapmanın sapıklık olduğunu gâyet açık bir şekilde göstermek istedi. O zaman Keldânî kavmi, bir gün bayram yapmak üzere bir yere toplandı. Onlar gittiği zaman İbrahim aleyhisselamın üvey babası ve puthânenin bekçisi olan Âzer onu da bayram yerine gitmeye zorladı. İbrahim aleyhisselam hasta olduğunu söyleyerek gitmedi. İnsanlar bayram yerinde toplandıkları zaman, yetmiş kadar putun bulunduğu puthâneye girdi. Getirdiği bir balta ile bütün putları kırıp, parça parça etti. Sâdece en iri putu kırmadı ve baltayı bunun boynuna asarak, oradan uzaklaştı.

Keldânî kavmi bayramdan dönünce, puthâneye girip, putların kırılıp parça parça edildiğini görüp, şaşırdılar. Bunu kim yaptı, diye bağrışmaya başladılar. Bu işi, İbrahim yapmıştır, diyerek onu yakalayıp halkın önünde sorguladılar. “Ey İbrahim! Putlarımızı sen mi kırdın?” deyince, İbrahim aleyhisselam, bu işi olsa olsa; “Ben varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar!” diyen şu iri put yapmıştır, demiştir. “Siz ona sorunuz.” deyince, putperestler; “Putlar konuşmaz ki, sen bize ona sor diyorsun!” dediler. Bunun üzerineİbrahim aleyhisselam; “O hâlde daha kendilerini kırılmaktan kurtaramayan, size hiçbir faydası olmayan bu putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Size ve bu taptığınız putlara yazıklar olsun!” dedi. Putlarınıİbrahim aleyhisselamın kırdığını anlayan Keldânî kavmi, onu hapsettiler. Durumu da ilâhlık iddiâsında bulunan kralları Nemrûd’a bildirdiler.

Nemrûd, İbrahim aleyhisselamı yanına getirmelerini emretti. İbrahim aleyhisselam Nemrûd’uAllahü teâlâya îmân etmeye dâvet etti. Nemrûd, bunu reddettiği gibi, İbrahim aleyhisselamın kendisine secde etmesini istedi. Secde etmeyince, hapsettirdi ve ateşte yakılmasını emretti. Günlerce yığılan odunlar ateşlendi. Şiddetinden yanına yaklaşamadıkları ateşe hazret-i İbrahim’i mancınıkla attılar. Ateşe atılırken; “Hasbiyallah ve ni’mel vekil”, yâni“Bana Allah’ım yetişir. O ne iyi vekildir, yardımcıdır.” dedi. Ateşe düşerken Cebrâil aleyhisselam gelip; “Bir dileğin var mı?” diye sorunca; “Var, fakat sana değil, Rabbim beni görüyor, biliyor.” dedi. Onun bu hâli Kur’ân-ı kerîmde övülüyor ve; “Sözünün eri olan İbrahim.” buyruluyor.

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen ateşe; “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selâmette ol!” (Enbiyâ sûresi: 69) diye emretti. Ateşin içi yemyeşil bir bahçe kesildi. Cebrâil aleyhisselam da kendisine arkadaş oldu. Cennet’ten gömlek ve yaygı getirdi ve onu Cennet nîmetleri ile doyurdu. Ateşte yedi gün kaldığı rivâyet edilir. Ateş sönünce mucizeyi gözleriyle görenlerden kardeşi Haran, amcasının kızı ve sonra hanımı olan hazret-i Sâre ve bâzı kimseler îmân ettiler. İbrahim aleyhisselam ateşten kurtulduktan sonra Keldânî kavmini bir müddet daha îmâna dâvet etti. Fakat zâlim Nemrûd ve putperest ahâli küfürlerinden vazgeçmediler. Allahü teâlâ, Nemrûd ve kavmine sivrisinekleri musallat etti. Sinekler onların kanlarını emdiler ve kuru kemik hâline getirdiler. Sineklerden birisi de Nemrûd’un burnundan girip beynine yerleşti. Uzun zaman azap ve ızdırap verdi. Hattâ başını tokmakla döğdüre döğdüre öldü. Allahü teâlâ, tanrılık iddiâ eden Nemrûd’u en âciz mahlûklarından birisi olan sivrisinekle cezâlandırdı.

İbrahim aleyhisselam Allahü teâlânın emriyle Bâbil’den Harrân’a (Urfa’nın güneyinde bir yer) hicret etti. Bu yolculukta kardeşinin oğlu Lut aleyhisselam, hanımı Sâre Hatun ve diğer inananlar da bulundular. Harrân’da bir müddet kaldıktan sonra,Şam’a, oradan da Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk esnâsında kardeşinin oğlu Lut aleyhisselamın Sedum bölgesi ahâlisine peygamber olarak vazîfelendirildiği bildirildi. Lut aleyhisselamın Sedum’a hareketinden sonra, Mısır’a giden İbrahim aleyhisselam rivâyete göre bu sırada otuz sekiz yaşındaydı.

Mısır’a gittiği sırada Sinan bin Ulvan adlı zâlim bir Firavun vardı. İbrahim aleyhisselam ve hanımı hazret-i Sâre’nin Mısır’a geldiğini haber alan Firavun, zorbalık yaparak Sâre’yi almak istedi. Bu zâlim hükümdâr hazret-i Sâre’yi sarayına çağırttı. Ona musallat olmak isteyince nefesi kesilip elleri ve ayakları tutmaz hâle geldi. Bu hâline pişman olup, musallat olmaktan vaz geçti. Hazret-i Sâre’den, onun düştüğü fecî hâlden kurtulması için dua etmesini istedi. Hazret-i Sâre, hükümdârı bu kadın öldürdü, diye suçlanmasından korktuğu için, dua etti.Tekrar eski hâline dönen Firavun, Hacer adında bir câriyeyi hazret-i Sâre’ye hediye etti. Bu hâdiseden sonra İbrahim aleyhisselam hanımı Sâre ve hediye edilen Hacer Hâtunla birlikte Mısır’dan ayrılıp, Filistin’e gitti.

Filistin topraklarındaki ıssız ve kupkuru bir yer olan Sebû’ya yerleşti. Bir müddet burada kaldı. Zamanla çok mala kavuştu. Yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları ovaları ve vâdileri doldurdu. Çok zengin oldu. Sebû denilen yere sonradan gelip yerleşen insanların İbrahim aleyhisselamı incitmeleri üzerine oradan ayrılıp, Şam tarafında Kıst adlı yere göçtü. Çok cömerd olan İbrahim aleyhisselam insanlara çok ikrâmlarda bulunurdu.

İbrahim aleyhisselam, çocuğu olmadığı için hanımı hazret-i Sâre’nin isteği ve izniyle hazret-i Hacer’le evlendi. Bu evlilikten İsmail aleyhisselam doğdu. Muhammed aleyhisselamın nûru hazret-i Hacer vâsıtasıyla İsmail aleyhisselama intikâl ettiği için, hazret-iSâre’nin kalbinde hazret-i Hacer’e karşı gayret hâsıl oldu. İbrahim aleyhisselam, hazret-i Sâre’yi üzmemek için Allahü teâlânın emriyle hazret-i Hacer ve oğlu İsmail’i (aleyhisselam) yanına alarak, o zamanlar ıssız ve susuz bir yer olan Mekke’ye götürdü. Onları oraya bırakıp, Şam diyârına geri döndü. Hacer annemiz ve oğlu İsmail aleyhisselam oradayken, mübârek Zemzem suyu yerden fışkırarak çıktı.

İbrahim aleyhisselam, daha önce bir oğlum olursa, Allah yoluna kurban edeceğim, diye adakta bulunmuştu. İbrahim aleyhisselam, hazret-i Hacer ve oğlu İsmail aleyhisselamı ziyâret için Mekke’ye geldiği sırada, üç gün üst üste gördüğü bir rüyâ üzerine İsmail aleyhisselamı kurban etmek istedi. Tam kurban etmek üzereyken, Allahü teâlâ İbrahim aleyhisselama rüyâsına sadâkat (bağlılık) gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç ihsân etti. Böylece İsmail aleyhisselam, kurban edilmekten kurtuldu. Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama ihtiyar yaşında hazret-i Sâre’den İshak isimli oğlunu ihsân etti. İbrahim aleyhisselam birkaç defâ hazret-i Hacer’i ve oğlu İsmail aleyhisselamı ziyâret etti. Bir defâsında oğlu İsmail ile birlikte Beytullah’ı (Kâbe-i muazzamayı) inşâ etti. Cennet yâkutlarından olan Hacer-ül-Esved adlı siyâh taşı Cebrâil aleyhisselamın bildirmesiyle alarak, Kâbe-i muazzamanın duvarına yerleştirdi. Kâbe duvarını örerken, şimdi Makâm-ı İbrahim denilen taşın üzerine bastı. Kâbe’yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselam aracılığıyla bildirdiği gibi, İsmail aleyhisselam ve Mekke’de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı.

İsmail aleyhisselamla haccın rükünlerini yerine getirdikten sonra, oğluna Kâbe’ye bakması ve onu koruması için tenbihde bulundu. Şam’a gitmek istedi. Gitmeden önce Arafat’a çıkıp, İsmail aleyhisselamın evlâdına dua etti ve Şam’a döndü. Ertesi sene hac mevsiminde hanımı hazret-i Sâre ve oğlu İshak aleyhisselamı da alarak Mekke’ye geldi. Hac ibâdetini yaptıktan sonra, birlikte Şam’a döndüler.

İbrahim aleyhisselam, vefat etmeden önce oğlu hazret-i İsmail’e şu vasiyette bulundu: “Ey oğlum! Alnında parlayan bu nûr, son peygamber Muhammed aleyhisselamın nûrudur. Bütün baba ve dedelerimizin vasiyeti, bu nûru iyi muhâfaza edip, ehline teslim etmektir. Bu mübârek nûru iyi muhâfaza et. Nikâhlı, afîf ve temiz kadınlara teslim eyle. Evlâdına da böyle vasiyette bulun.” dedi. Yüz yetmiş beş yaşında hazret-i Hacer ve hazret-i Sâre’den sonra Kudüs’te vefat etti. Kudüs civârında Habrun kasabasında bir mağaraya defnedildi. Bu kasaba, İbrahim aleyhisselamın Halîl (Allahü teâlânın dostu) ismine izâfeten Halîlurrahmân ismiyle meşhurdur. Hazret-i Lut, hazret-i İshak ve hazret-i Yakub ile pekçok peygamberin bu beldede bulunduğu rivâyet edilir. Müslüman hükümdârlar oradaki mescitleri ve türbeleri kendi devirlerinde tâmir ettirmişlerdir. Halîlurrahmân’daki mescit ve türbeleri ise son olarak Osmanlı Sultânı İkinci Abdülhamîd Han tâmir ettirmiştir.

İbrahim aleyhisselam ülülazm peygamberlerin ikincisi olup, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamdan sonra bütün peygamberlerden ve resûllerden üstündür. İbrahim aleyhisselamdan sonra gelen bütün peygamberler onun neslindendir.

Allahü teâlâ hazret-i İbrahim’i ilâhî sırlara vâkıf kıldı ve onu, ateşe atıldığında nefsiyle, oğlu hazret-i İsmail’iAllah için kurbân etmesini bildirip evlâdı ile malı ile imtihân etti. Malı ile imtihân edilmesi şöyle olmuştur: O kadar zengindi ki, sâdece sığırları yarım milyon olup, davarları, ovaları ve vâdileri dolduruyordu. Cebrâil aleyhisselam insan sûretinde gelip; “Yâ İbrâhîm, bu sürüler kimindir?” deyince; “Allah’ındır fakat benim elimde emânettir. Allahü teâlâyı tesbih et, ismini an, onu zikret, bu sürülerin hepsi senin olsun.” diyerek bütün malını bağışladı. Cebrâil aleyhisselam kendini tanıtınca, hazret-i İbrahim; “Ben Allah için bağışladığımı geri alamam.” diyerek bütün malını satıp, Allah yoluna sarf etti.

Hazret-i İbrahim kendisine nâzil olan (indirilen) emir ve yasakları tamâmen halka bildirdi. Allah’tan başka şeylere tapmanın bâtıl (geçersiz) olduğunu çok açık bir şekilde anlattı. Şirke (Allah’a ortak koşma) yol açacak kapıların hepsini kapattı. Çocukluğundan ölümüne kadar hak din üzere olduğundan ve insanlara hak dîni bildirdiğinden dolayı, onun milletine işâret için Kur’ân-ı kerîmde “Hanîfen” (hak din üzere bulunanlar) diye zikredilmiştir. Hazret-i İbrahim’in husûsiyetleri Kur’ân-ı kerîm de Nahl sûresi 120, 121, 122. âyetlerde bildirilmektedir. Misâfirperverliği ve cömertliği dillerde dolaşırdı. Misâfir olmayınca yemek yemez, bir misâfir bulmak için uzaklara giderdi. Bu vasfından dolayı ona Ebû’d-Düyûf (misafirler babası) adı verilmişti. Kıblesi Kâbe idi. Namaza durduğu zaman kalbinin coşması, hışırtısı çok uzaklardan duyulurdu.

İbrahim Aleyhisselamın Mucizeleri
1. İbrahim aleyhisselamın mübârek vücûduna ateş tesir etmedi. Nemrûd onu ateşe attığında Allahü teâlâ; Ey ateş! İbrahim üzerine serin ve selâmet ol!” buyurunca ateş onu yakmadı.

2. Cansız olan, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı ayrı yerlere konmuş olan kuşlar (dört kuş), İbrahim aleyhisselamın çağırması üzerine yeniden dirilmişlerdir.

3. İbrahim aleyhisselamın mucizesi ile taşlar kömür gibi yanmıştır. Rivâyete göre İbrahim aleyhisselam Şam tarafına hicret ettiğinde çayırlık, çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak hiçbir şey bulamayan, buldukları az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan ahâli, durumlarınıİbrahim aleyhisselama anlattı. İbrahim aleyhisselam taşları toplattı ve kömür gibi yaktı. Bu mucizeyi gören pekçok kimse îmân etti.

4. Bâzan yırtıcı ve yabânî hayvanlar İbrahim aleyhisselamla berâber giderler ve dile gelerek gâyet açık bir şekilde onunla konuşurlardı. Bir defâsında, hanımı hazret-i Hacer ve oğlu İsmail’le görüşmek ve onları ziyâret etmek için Mekke’ye gitmişti. Şam’a geri dönüşünde birçok yabânî hayvan, İbrahim aleyhisselam ile berâber yürüyüp, onunla açıkça konuştular.

5. İbrahim aleyhisselam duvarların ve dağların arkasını da görürdü. Bu mucizesi Mısır’a gittiğinde zevcesi hazret-i Sâre’ye musallat olmak isteyen zamânın kralı Firavun, hazret-i Sâre’yi sarayına alınca, İbrahim aleyhisselam dışardan içeriyi seyretmiştir. Sarayın duvarları ona cam gibi olmuş ve gözünden perde kaldırılmıştır. Böylece hazret-i Sâre’ye el uzatmaya kalkışan Firavun’un ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak yere yıkıldığına şâhid olmuştur.

6. İbrahim aleyhisselamın bastığı taşın üzerinden ağaç bitip yeşermiştir. Bu istek dîne dâvet ettiği bir beldenin ahâlisinden gelmiş, duası üzerine mucizeyi göstermiştir.

7. İbrahim aleyhisselamın oturduğu yerden güzel kokular yayılırdı. Ayrılsa bile, senelerce güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazret-i İsmail de babasının evine gelip gittiğini, onun kokusundan anlamıştı.

İbrahim aleyhisselamın dîni: İbrahim aleyhisselamın dîni, Hanîf dînidir. Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya yönelen mânâsınadır. İbrahim aleyhisselam, Keldânî kavminin taptığı putlara aslâ tapmayıp, onları aşağılayıp, Allahü teâlâya ibâdet ettiği için, Hanîf denilmiştir. Ayrıca, kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru olan din mânâsında da Hanîf dîni denilmiştir. Peygamber efendimize peygamberlik bildirilmeden önceki Arablardan birçok kimse Hanîf dînine mensuptu.

İbrahim aleyhisselama bildirilen Hanîf dîninin esaslarından bâzıları şunlardır: Kimse kimsenin günâhını yüklenmez. Kimse başkasının günâhından sorumlu olmaz. İnsanlar âhirette ancak ihlâsla işlediği sâlih amellerinin ve niyetlerinin faydasını görürler. Her insanın hayır ve şerden ibâret olan ameli kıyâmet gününde mizânında görülecektir. İnsana çalışmasının karşılığı tam olarak verilecektir.